Harvard Üniversitesi ve Sabri Ülker Vakfı üç senedir işbirliği içerisinde. Harvard Üniversitesi ‘nde kurulan Sabri Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil tarafından yönetiliyor. Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ismi Nobel için pek çok kez geçen bir bilim insanı. Mark Elliott ‘la Harvard Üniversitesi ile Sabri Ülker Vakfı işbirliği ve pek çok konu üzerine gerçekleştirilen röpotaj yazının devamında sizlerle.
Mark Elliott, Harvard Üniversitesi Dış İlişkilerden Sorumlu Rektör Yardımcısı. Aynı zamanda Mark Elliott dünyanın önde gelen Çin uzmanları arasında yer alıyor.
Harvard, pek çok sıralamaya göre dünyanın bir numaralı üniversitesi. Misyonunuzu “Dünyanın en yetenekli insanlarını çekmek” olarak açıklıyorsunuz. Peki siz bir Amerikan kurumu musunuz dünya üniversitesi mi?
Bunu çok düşündüm. Harvard, ABD’de bulunan uluslararası bir üniversite mi küresel erişimi olan bir Amerikan üniversitesi mi? Cevap şu: Biz bir Amerikan okuluyuz. Ülke tarihinin ilk safhasında, ABD’nin oluşumundan bile önce kurulduk. 400 yıllık hikâyemiz, ‘Amerikan deneyimi’ dediğimiz şeyin izlerini taşır. 1800’lerin ikinci yarısında araştırma üniversitesine dönüşme kararı aldık ve uluslararası bir vizyon kazandık.
Nasıl?
Dünyanın her köşesinden insanları çekmeyi, mezunlarımızı da farklı yerlere göndermeyi amaçladık. Sırf Amerikan toplumunu değil, dünyayı etkileyen konulara yöneldik.
Türkiye’deki üniversiteleri ne kadar tanıyorsunuz? Kendinizi yakın gördüğünüz okullar var mı?
Çok net yanıtlayayım: En yakın ilişki içinde olduğumuz, halen işbirliği yaptığımız okul Boğaziçi Üniversitesi. Eminim bu sizin için bir sürpriz değildir. Eski Robert Kolej ekolü, Amerikan beşeri ilimler geleneğiyle güçlü bağlar taşır. Bizim ve diğer Amerikan okullarının misyonu bu anlayışı temel alır.
Hangi konuda işbirliği yapıyorsunuz?
Harvard Tarih fakültesi, Boğaziçi’yle ‘Bizans Çalışmaları’ alanında ortaklık kurdu. Bilirsiniz, Türkiye’de Bizans çalışmaları hiçbir zaman ilgi görmedi. Oysa burası Bizans İmparatorluğu’nun merkeziydi. Harvard’da birkaç müthiş Bizans uzmanı var. Washington DC’deki Dumbarton Oaks’ta da Bizans çalışmaları alanında ciddi malzeme mevcut. Boğaziçi’nde özellikle Prof. Dr. Nevra Necipoğlu’yla çok yakın çalışıyoruz bu alanı geliştirmek için.
Boğaziçi’nde pek çok hoca Harvard’lıydı.
Ziyaret ediyor musunuz Boğaziçi’ni?
Evet, kısa süre önce Asya Çalışmaları Merkezi’nde bir konuşma yapmak üzere nazik bir davet aldım. Tanıştığım pek çok genç hoca Harvard mezunuydu. Çok mutlu oldum. Bu insanlar ülkelerinde kendi öğrencilerini yetiştirecekler ve alanın gelişmesine katkı sağlayacaklardır. Demin bahsettiğim, küresel vizyonumuzu yansıtan bir manzaraydı.
Boğaziçi Üniversitesi ülkemizde hükümetin eleştirilerine hedef oluyor. Yeterince ‘yerli ve milli’ olmadığı için geride kaldığı söyleniyor. Bu doğru olabilir mi?
Boğaziçi yönetiminin eleştiriye uğradığını biliyorum. Üniversitenin seçtiği rektörün Cumhurbaşkanı tarafından atanmadığını da… O tartışmayı izlemiştim. Fakat yerli ve milli eğitim meselesinde yorum yapamam çünkü bu tartışmayı takip etmedim.
Peki sizce bir Türk üniversitesi Harvard’la nasıl rekabet etmeli? Türkiye, Brezilya, Hindistan gibi ülkelerdeki üniversitelerin sizinle, Oxford’la rekabet şansı nedir? Siz olsanız nasıl bir hedef koyardınız?
Rekabetten kastettiğiniz sıralamalarsa çok önemsenmemesi gerektiğini söylerim. Rekabet, en iyi öğrenciler ve öğretmenler için olmalı. Bunun için gereken de araştırma için uygun ortam sunmaktır. Kimsenin bu konuda tekeli yoktur. Harvard’ın başarısı iyi ve parlak insanları çekebilmesinde. Bu bir anlayış… Kökeni Alman araştırma üniversitesi modelindedir.
İlginç…
Evet, bu yola girdiğimiz dönemde dünyanın en iyi üniversiteleri Amerika’da değil, Almanya’daydı. Başta Berlin’deki Humboldt Üniversitesi olmak üzere. Alman üniversitelerine bakmak bizim için hâlâ çok öğretici.
Nasıl?
En iyi olmak hep zirvede kalmak anlamına gelmiyor. Mükemmelliğin her formuna sürekli adanmış olmaktan geçiyor. Bunu da herkes her yerde yapabilir ve yapmalıdır. Okulda zengin ailelerin çocuklarının oranı düşük.
Harvard için, Amerikan elitinin, zengin beyaz kesimin okulu denir; imajı böyle. Bunda gerçek payı var mı? Varsa bu, yönetimin değiştirmek istediği bir şey mi?
İmajı böyle, doğru. Ama hep vurguladığımız bir şey var: Öğrencilerimizin yarısından çoğu burslu. Ve bu burslar maddi ihtiyaç esas alınarak veriliyor, okuldaki performansa göre değil. Amerikalılara verdiğimiz bursları, aynı oranla, yabancı öğrencilere de veriyoruz. Bu anlamda öykünülecek durumdayız, ABD’de her üniversite bunu yapamaz. Çok zengin ve etkili ailelerin çocukları Harvard’da okuyor mu? Evet, tabii ki… Ama oranları düşük, çoğunluk hep mütevazı ailelerden…
Sizde de Skull and Bones gibi gizli örgütler var mı?
Skull and Bones, Yale’de. Bizde sanırım onun kadar gizli olmayan ‘final clubs’ var. Son zamanlarda bunları epey tartıştık. Okulumuz için bir anlamları yok, üniversitenin uçlarındaki marjinal oluşumlar. Çoğu öğrenci bunlarla ilgilenmiyor.
Sabri Ülker Vakfı’yla mükemmel uyum yakalayacağımızı düşündük.
Sabri Ülker Vakfı’yla işbirliği yapmaya nasıl karar verdiniz?
Dünyanın her yerinden ortaklarla çalışıyoruz. İyi araştırmanın değerini anlamaları ve bizimle ortak bir amaç için bir araya gelmeleri gerekiyor. Sabri Ülker Vakfı’nın beslenme ve metabolizmaya ilgisini gördük. Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’le görüşmelerimiz sonucu bunun doğal bir eşleşme olduğunu, mükemmel bir uyum sağlayacağımızı değerlendirdik. Ve anlaşmayı yaptık.
Nasıl bir işbirliği bu? Birbirinizden beklentileriniz neler?
Okulumuza destekler farklı format ve tatlarda gelir. Ülker’inki bir ‘hediye’ idi. Yani bir bağış yapıldı, bu bağışın kullanımıyla ilgili koşullar geldi. Biz çalışmalarla ilgili yıllık bir rapor sunuyoruz. Ama her şeyi laboratuvarın başındaki Prof. Dr. Hotamışlıgil yönetiyor. Ülker bize ‘x, y, z sorunlarıyla ilgili çalışın’ gibi bir talepte bulunmuyor. ‘Hediye’ koşulsuzdur. Üniversitenin o parayla en iyi kararı vereceğine yönelik inancı ve güveni gösterir.
Antientelektüalizm Amerika kadar eskidir; gelir ve gider, alışığız.
Başkan Donald Trump liderliğindeki yeni popülist dönemin Harvard’a ve daha genel olarak Amerikan akademik dünyasına yansıması nasıl?
Federal hükümetle ilişkiler rektörün yetki alanına giriyor. Ben uluslararası ilişkilere dokunan bir noktaya değineyim… Öğrencilerimizin yüzde 22’si yabancı. Araştırma görevlileri, konferans katılımcıları gibi 20 bin ziyaretçimiz oluyor senede. Onları buraya çekebilmek bizim için çok önemli. Hükümet politikaları bu imkânı tehdit ettiğinde endişeleniyoruz. Bu endişelerimizi Washington’da sık sık dile getiriyoruz.
Trump hangi okuldan mezun?
Pennsylvania Üniversitesi’ndeki Wharton’dan. Damadı Jared (Kush-ner), Harvard mezunu. Rektörümüz senatörlere ve Kongre üyelerine göç ve vize politikalarıyla ilgili kaygılarını bildiriyor. Yüksek eğitim sistemimizin geleceği ve ulusal çıkarlarımız için bu alanlarda açık bir politika izlemeliyiz. Belirli ülkelerden gelen öğrencilerimize yönelik güvenlik taramaları çok arttı. Bunları çok yakından takip ediyoruz ve onlar için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.
Akademik özgürlük tehdit altında mı? Yükselen antientelektüalizmi nasıl görüyorsunuz?
ABD’de akademik özgürlüğe tehdit görmüyorum. Bu yönde bir çaba yok. Antientelektüalizm ise Amerika kadar eskidir. Gelir ve gider, buna alışığız. Biz, kendini entelektüel olarak değerlendiren insanlar, zaten hep kendimizi güvercin yuvasında gibi hissettik. Evet, şimdi biraz daha fazla hissediyoruz. Üniversitelerimizin kamuya sağladığı katkıyı durmaksızın anlatmamız gerekiyor.
Türkiye, Harvard ‘da her bölümde çalışılıyor.
Harvard’da Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz? Bir Ortadoğu ülkesi mi? Avrupa mı? Doğu mu? Batı mı?
Türkçe, Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri bölümünde öğretiliyor. Türkiye’deki İslam, İslami Çalışmalar programında ele alınıyor. Bazı konular Avrupa Çalışmaları Merkezi’nde, bazıları ise Uluslararası İlişkiler bölümümüzde. Yani Türkiye her yerde çalışılıyor.
Dünyada özgürlük rüzgârları estiren 1968’in 50’nci yılındayız. Kampüste güzel bir 1968 sergisi var. Bahçede öğrencileri izledim. Bir gün dünyaya şekil verecek insanlar… Bir 1968 fotoğraflarına, bir de bugünkü gençlere baktığınızda ne fark görüyorsunuz?
Hepimizi ilgilendiren küresel meselelerde hassaslar. Çevre, iklim değişikliği, cinsiyet, ırk eşitliği, cinsel yönelim özgürlüğü gibi konularda bir önceki nesilden bile epey ilerideler. Bunlar bana umut veriyor. Çin sınırındaki göçebeler sizin atalarınız.
Özgeçmişinizde ‘Çin’in göçebe sınırı tarihi’ni çalıştığınız yazıyor.
E bu biziz!
– Evet öyle, sizsiniz.
O Çin sınırındaki göçebeler bizim atalarımız mı?
Evet, Orhun Vadisi’nden geldiniz. Bugünkü Moğolistan’a giderseniz, ülkenin merkezindeki Orhun Vadisi’nde kitabeleri göreceksiniz. Göktürk İmparatorluğu’nun Türk lideri Bilge Kağan’dan söz eder. Bu isim Türkiye’de hâlâ vardır. 8. yüzyıldan kalma yazıtlar insanları atalarının yolundan sapmanın tehlikelerine karşı uyarır. Buradaki küçük müze Türkiye Hükümeti’nce finanse ediliyor. Taş tabletler, kazılarda bulunan altın kalıntılar var. Arkeoloji tarihi Türk İmparatorluğu’nun burada olduğunu net biçimde gösteriyor. Sonra Batı’ya göç başlıyor.
Nereye?
Bir bölümü Batı Asya’ya, İran’a; diğeri Anadolu Yarımadası’na… Yani kökenlerinizin burada olduğu kesin. Ayrıca Orta Asya’daki dillerin hepsi Türki diller. Kazakça, Kırgızca, Uygurca… Bu diller sentaks yapıları ve kelime haznesi açısından modern Türkçe’nin özelliklerini taşır. Modern Türkçe’de Farsça’nın ve Arapça’nın etkisi de vardır tabii.
Taswir Projects Kurucu Shulamit Bruckstein Çoruh Röportajı
Kaynak: “Biz entelektüeller kendimizi hep güvercin yuvasında gibi hissettik”